STAND BY KAL

-
Aa
+
a
a
a

Nizami Ondalıkoğlu

 

Ana Muhalefet Partisi Lideri Deniz Baykal’ın şu andaki siyasal performansı ve soyadı, bana yukarıdaki başlığı çağrıştırdı.

 

Elektronik cihazların stand by seçeneğini biliyorsunuz. Bu konumda alet kapanmış olmuyor, ama çalışmıyor da.

 

Özellikle sert muhalefeti ile ünlü Baykal’ın, 4 Kasım’dan bu yana muhalefet fonksiyonunu beklemeye aldığı görülüyor. Beklediğinin ne olduğunu bilemem, ancak halkın kendisinden beklentisinin bu olmadığını söyleyebilirim.

 

Politika araştırmacısı değilim. Ama Deniz Baykal’ın stand by kalması ile ilgili, üç beş kelam edebileceğimi düşünüyorum. Çünkü politikacı Baykal, bunu yapmama yetecek kadar, günlük yaşamımda yer aldı 30 yıldır.

 

Deniz Baykal, Demokrat Parti-Cumhuriyet Halk Partisi dönemini izlemiş, Cumhuriyet Halk Partisi-Adalet Partisi döneminde aktif politika içinde olmuş bir siyasetçi. Politikaya atıldığı parti, yılların muhalefet partisi CHP.

 

Baykal’ın politikaya atıldığı CHP’yi kısaca ele almakta yarar görüyorum. Zira Baykal’ın politik stilinde, eski CHP’nin siyaset tarzının ve karmaşık iç yapısının, çok belirleyici olduğuna inanıyorum.

 

CHP 1950’ye kadar ülkede hem tek siyasi parti, hem de Devlettir.

 

Başında ülkenin iki numaralı adamı, Milli Şef İsmet İnönü vardır. İnönü aynı zamanda Cumhurbaşkanıdır.

 

Bu yapı, çok partili döneme geçildikten ve CHP 1950 seçimlerini kaybettikten sonra değişecek; CHP muhalefet partisi, İnönü de muhalefet lideri konumuna gelecektir.

 

İnönü’nün, muhalefet liderliğinden yüksünmemesi ve Devlet üzerinde devam eden ağırlığı, İnönü’ye karşı kazanılmış seçim zaferinin keyfini çıkarmak isteyen Demokrat Partililerin, bu heveslerini kursaklarında bırakır. Buna Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın, Atatürk döneminden kalan İnönü düşmanlığı da eklenince, DP’de CHP ve İnönü’ye karşı, dozu ve şekli giderek Anayasa ile çelişmeye başlayan bir tutum izlenmeye başlanır. CHP de bu tutum karşısında muhalefetini sertleştirir. Bu gergin ortam ve yol açtığı gelişmeler, Türkiye’yi 27 Mayıs 1960 İhtilaline kadar götürür..

 

Siyasal yaşamımızdaki bu gergin ortam, 1961-1965 arasındaki koalisyonlar dönemi hariç, bu defa CHP ile DP’nin devamı AP arasında aynen devam eder. Bu kısır döngü 1980’deki askeri darbeye kadar sürer.

 

Muhalefet ordinaryüsü

 

Baykal’ın CHP’de politikaya başladığı siyasi ortam, işte yukarıda tanımlanan bu kavgacı ve sert ortamdır. Doğal olarak da onun politik kimliği, CHP’nin muhalif ve sert tarzına uygun bir yapıda gelişip, şekillenmiştir.

 

Sert söylemleri, inandırıcı yüz ifadesi onu kısa sürede sert muhalefet nutuklarının başarılı bir uygulayıcısı yapmış ve parti içerisinde hızla yükselmiştir. Denebilir ki; Baykal politikadaki çıkışını ve şöhretini, sert muhalif politikaların gözde olduğu bir dönemde politikaya girmiş olmasına borçludur.

Muhalif kimliği, davranışlarına öylesine egemendir ki; kendi partisinin yönetimine de, en az diğer partilere yaptığı kadar muhalefet eder.

 Muhalefetin lideri, Baykal

1980’e kadar CHP’de Bülent Ecevit’e; 1980’den sonra SHP’de, Erdal İnönü’ye karşı yürüttüğü muhalefet, iki partide de ciddi sıkıntılara yol açmıştır.SHP içinde yarattığı hizip ile, bu partinin enerjisinin önemli bir bölümünün ülke sorunlarına değil, parti içi çekişmelere harcanmasına sebep olduğunu söylemek bile mümkündür.

 

İşte yukarıda anlattığım, geçmişte kendi partisinin liderlerine ve rakip siyasi partilere kan kusturan Baykal, 3 Kasım seçimlerinden 177 Milletvekili ile Meclis içi tek muhalefet partisi olarak çıkınca, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tek başına iktidara gelişinden kaygı duyan herkes, derin bir oh çekti.

 

Muhalefet ordinaryüsü Baykal, göz açtırmaz AKP’ye diye düşündü kamuoyu. Üstelik, bu defa bulunduğu partide lider kendisi olduğu için, eskiden parti içi muhalefete harcadığı enerjiyi de, iktidara muhalefet etmek için kullanabilecektir.

 

Gerçek demokrat görüntüler sergilemekle başladı Ana Muhalefet görevine Baykal. İktidar partisi liderinin siyasal yasaklarının önünün açılması için, AKP’ye destek verdi.

 

Ülkemizin hukuk manzaralarının, haki tonları seven ressamların görüşleri ile oluşturulduğu düşünülünce, manzaraya sivil tonların egemen olmasının yolunu açan bu davranışı, takdir gördü kamuoyunda.

 

Aynı zamanlara denk gelen AB girişimleri sürecinde de, tüm Ülkenin tek ses vermesi gerekliliği anlamında, muhalefet edecek ıvır zıvır aramak yerine, iktidara açıkça destek vermesi beğenildi.

 

Kendisinden beklenmeyen destekçi tutumu sırasındaki açıklamaları beğeni toplayan Baykal, ülke ve dünyada olaylar kendisinden Muhalefet Lideri olarak bir şeyler bekleyen boyuta geldiğinde, nedense birden bire suskunluğa büründü.

 

AB süreci ile eşzamanlı olarak Kıbrıs sorunu ile ilgili Annan planı gündeme geldi. Amerika, Irak işgali için, Türkiye’den daha fazla destek istemeye başladı.

 

Bu karışık ve hızlı ülke ve dünya sorunları ile ilgili, Hükümet kadrolarının deneyimsizliklerinden kaynaklanan bir alay siyasi ve tarihi gaf, pot ve hata ortalıkta uçuşmaya başladı. İlk yardım kursu görenlerin beyin ameliyatına giriştiği bu tehlikeli maceralar ortamında Baykal, Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’a yönelttiği eleştirinin dışında, ya sessiz kaldı, ya cılız seslerle yasak savmaya çalıştı.

 

Sol oylar altın tepside

 

Özellikle bu seçimde kendisini tekrar umut görerek oy verenleri çok şaşırtan bu davranışının sebebi, ne olabilirdi?

 

Bence cevap, 3 Kasım seçimleri öncesindeki gelişmelerde aranmalıdır.

 

Kısaca hatırlarsak; 3 Kasım öncesi tüm şans ibreleri, bazı olaylarda kendiliğinden, bazen de yaptığı işbirlikleri sonucu, Baykal’dan yana dönmüştür.

 

Bu dönüşün en önemli sebebi, Ecevit’in sağlık durumdaki gelişmelerdir.

 

57’nci Hükümetin seyrine bakıldığında, krize rağmen, tam dibe vurmadığı görülecektir. Hükümetin ve Ecevit’in desteğini yitirmesine, Ecevit’in rahatsızlığının artması ve bunu bazı basın organlarının abartılı, bazılarının da kasıtlı işleyişleri sebep olmuştur.

 

Basının indirici darbelerinin ardından gösterime giren bir Baykal-Derviş yapımı ile de, işleme son nokta konmuştur.

 

Ecevit ve DSP desteği ile sivrilip şöhret ve umut olan Kemal Derviş, önce Ecevit ve DSP’yi arkadan hançerleyerek darmadağın etmiş; ardından da İsmail Cem’e televizyon kameraları önünde beraberiz diyerek, alenen yalan söyleyip, sonra da CHP’ye girerek , Cem’i de bitirmiştir.

 

Bu gelişmeler sonucunda Baykal’ın önü tamamen açılmış ve yüzde 25-35 arası olduğu tahmin edilen merkez sol oylar, Baykal’a adeta altın tepside sunulmuştur.

 

Buna Kemal Derviş’in getireceği hesaplanan sempati oyları da eklendiğinde, 3 Kasım öncesi CHP’deki en kötümser beklenti, koalisyon ortaklığıdır.

 

Baykal, 3 Kasım’dan zaferle çıkma uğruna, basın toplantılarına ve seçim meydanlarına Kemal Derviş’le katılmaya katlanmış; Derviş oyları uğruna, Kemal Derviş için ekonomi başbakanı sayılacak bir konum tanımlamaktan bile kaçınmamıştır.

 

Soldaki rakipleri, seçim meydanlarında 1 saatten fazla ayakta kalması doktorlar tarafından yasaklanmış, sağlık durumu ve aile yapısı medyanın bir kesim leş kargasınca toplum önünde hakaret ve saldırı boyutlarında işlenerek, yıpratılmış bir Bülent Ecevit ve, Kemal Derviş ihaneti ile tabansız ve dayanaksız kalmış İsmail Cem’dir.

 

İktidar için ise, AKP ile yarışacağı Hürriyet Gazetesi ve Uğur Dündar tarafından belirlenmiştir zaten.

 

İktidar yarışında da Baykal, AKP lideri Erdoğan’dan avantajlıdır.

 

Erdoğan, bir yandan seçim meydanlarında seçmen karşısına çıkmakta, diğer yandan da hakkındaki davalar ve iddialar nedeniyle, mahkemelerle ve gazete manşetleri ile  uğraşmaktadır. Genel Başkanlığı dava konusudur ve seçimden önce elinden alınması bile mümkündür.

 

Geleneksel seçmenin yarısı güvenmedi

 

İşte 3 Kasım öncesi ortam, Baykal açısından bu denli kolaylıklarla doludur.

 

Baykal da zaten bu durumun fazlasıyla farkındadır.

 

Hatta farkındalığın verdiği rahatlık ve güven, içindeki bazı dürtüleri kontrolden çıkarır.

 

Seçim kararı ve Derviş’in CHP’ye transferi kesinleşinceye kadar sesi soluğu çıkmayan Baykal, bunlar kesinleştikten sonra adeta kusmaya başlar.

 

Derviş Efendinin, CHP ile ittifak önerdiği İsmail Cem’e basın yoluyla “İttifak yok, iltihak var. Hacıbektaş’a gidecek CHP otobüsünün hareket saati sabah 05.00. CHP’ye kayıtsız şartsız iltihak etmek istiyorsanız, orada olur, otobüse binersiniz!..” demek gibi, Ecevit’e, CHP’ye katılması karşılığında kendisine onurlu bir çıkış sağlanacağını söylemek gibi, siyasi görgüsüzlükler  yapmaktan kendini alıkoyamaz. Ufuktaki kesin zafer ve solda yıllardır bir türlü alt edemediği rakiplerinin 4 Kasımı beklemeden kesinleşmiş yenilgileri, Baykal’ın gözünü, bu seviyelerde açıklamalar yapacak kadar döndürmüştür.

 

Seçim sonucu malum.

 

3 Kasım öncesi Mecliste yer alan DSP, MHP, ANAP, DYP ve SP barajı aşamadılar. AKP yuvarlak hesap, yüzde 35 ile tek başına iktidar oldu. CHP ise yüzde 19-20 oy alabildi.

 

Seçim sonrası AKP’nin başarısı o kadar çok işlendi ki; o karambolde CHP’nin tek muhalefet partisi olarak Meclise girmesi de, bir başarıymış gibi algılandı. Oysa bana göre bu seçim sonucu, CHP için büyük bir başarısızlıktır.

 

Solda rakipsiz olarak girilen bir seçimde, CHP&Baykal markası solun oylarının sadece yarısını alabilmiştir. Ecevit ve Cem’in aldıkları oyların toplamı ise sadece yüzde birdir. Sol oylar yıkanıp çekmediyse, bu seçim sonucu şunu ortaya koymaktadır:

 

Baykal ve onun liderliğindeki CHP, solun geleneksel seçmeninin yarısına yakını tarafından, güvenilir bulunmamıştır.

 

Bu geleneksel potansiyelin dışından oy almak amacıyla, merkez sol dışındaki seçmene sunulan marka ise, Kemal Derviş’tir. Ama görüldüğü gibi 80 yıllık CHP, 40 yıllık Baykal ve son iki yılın yıldızı Derviş markalarının seçim hasılatının toplamı, sadece yüzde 20.

 

Geçen seçimde Ecevit’in tek başına aldığı oyu bile alamamışlar.

 

Bu oylar CHP ve Baykal’ın oyu ise, Derviş’in katkısı nerede?

 

Yok bu oyların bir bölümü Derviş’in getirisi ise, CHP ve Baykal’ın, barajı geçemedikleri seçime göre, bunca toz dumana karşın, bu seçimde kaydettikleri gelişme sadece yüzde iki-üç mü yani?

 

Baykal, Derviş desteği almaya razı olarak, karizmasını gölgelemek pahasına girdiği bu seçimi kaybettiğinin farkındadır. O, yukarıdaki hesapları iyi yapabilecek kadar çok seçim sonucu değerlendirmiş ve sonuçlarını yaşamış bir politikacıdır. İlk günlerin heyecanı geçince, partililerin seçim analizine girişeceklerini ve sonucun enine boyuna ele alınacağını çoktan hesaplamıştır bile.

 

Hesaplar...

 

Türkiye’de seçim kaybeden lider için lider kalabilmek, ülke ve dünya sorunları hakkında politika üretmekten önce gelir. Bunun Baykal için de geçerli olduğunu, kendisinin yakın geçmişine bakarak görmek mümkündür.

 

 Baykal, Derviş'e parti rozetini takarken

Hal böyle olunca, Baykal’ın öncelikli işinin liderliğini Derviş vesayetinden kurtarıp, yeniden tek güçlü adam olmak olduğu, kolayca söylenebilir. Zaten O da, bu işi yapmakla meşgul olduğu için, şu sıralar Kıbrıs ve Irak’a zaman ayıramıyor bence.

 

Baykal seçimden önce, Derviş’in sıra dışı konumunu hazmetmiş görünmek uğruna, olamayacağı kadar demokrat ve şeffaf bir lider portresi ile çıktı halkın ve CHP’lilerin karşısına. El mecbur olduğu için, bu onun seçim gününe kadar katlanmayı planladığı bir durumdu. İktidar olsa da, olmasa da Dervişli modeli

tasfiye edeceğinden hiç kuşkum olmadı ve Baykal bence şimdi, bu sürecin ince hesaplarını yapıyor.  Öncelikle, Partinin 3 Kasım seçimlerinde iktidar olamaması ile Derviş’i bir şekilde ilişkilendirmesi gerekiyor. Birçok yol bulabilir.

 

“Halk, 57.Hükümet döneminde uyguladığı ödünsüz IMF reçetelerinin devamından korktuğu için, maalesef Sayın Derviş, beklediğimiz oy getirisini sağlamak bir yana, kendi oylarımızın bir bölümünü de alamamamıza neden olmuştur,” diyebilir.

 

Ya da:

 

“Sayın Derviş ile aramızda, merkez solun tanımında ciddi farklılıklar söz konusudur. Bu farklılıklar, Sayın Derviş’e parti içerisinde sağladığımız konum dolayısı ile, partili arkadaşlarımız ile arasında ciddi sorunlara neden olmaktadır...”

 

Ya da benzer başka bir şey...

 

Ama hiç şüphem yok ki, Baykal yüzünü tekrar Ülke politikasına dönmeden ya Kemal Derviş’i partiden kaçırtacak bir yol bulacak, ya da onu önümüzdeki Kurultayda koltuğunu sarsmayacak bir şekilde yıpratıp, pasifize edecektir.

 

Bu operasyon yapılmadan Ülke gündemi Parti platformlarında masaya yatırılırsa, mutlaka herkes fikrini söyleyecektir. Bunlar arasında uzun süredir sesi soluğu çıkmayan Derviş’in de olması doğaldır. Zira hem Irak, hem Kıbrıs, ülkemiz açısından ekonomik anlamda da çok önemli konuma sahip meselelerdir.

 

Medya ve kamuoyunun Derviş’in bu konuda söyleyeceklerine en az Baykal’ınki kadar önem verecekleri kesindir... Bu Baykal’ın işine gelmez.

 

O, seçim gününden itibaren Derviş’in yüzünü CHP’nin karanlıklarına gömmüş ve sesini kesmiştir. Şimdi muhalefet yapmak adına adamın tekrar gündeme çıkmasına ortam hazırlayıp, alternatif yaratmaya ne gerek var?

 

Tık yok

 

Baykal’ın stand by kalması bence işte bu ince hesaplar yüzündendir.

 

Aldığı yüzde 19 oyun bir bölümünün Kemal Derviş’e verilmiş oylar olduğu açıktır. Bu Derviş yaması lider olarak gücünü zayıflatmaktadır. Parti içerisinde dediğini yaptıramaması bu zayıf düşmenin en önemli kanıtıdır. Parti organlarına seçilmek için aday gösterdiği kişilere CHP Milletvekilleri oy vermemektedirler.

 

Baykal fazla deşifre olmadan, eski CHP’den kalma budama yöntemlerini devreye sokacak ve tek adamlığını yeniden pekiştirmeye çalışacaktır.

 

Baykal ve onun gibi politikayı araç değil amaç gören politikacılar için, parti içinde güçlü olmak ne yazıktır ki ülke adına politika üretmenin önünde gelmiştir çoğu kez.

 

Düşünsenize, yıllardır Türkiye’nin önüne en önemli engellerin çıkartılmasına sebep gösterilmiş Kıbrıs ameliyata alınmış, hastaya neredeyse narkoz verilecek; CHP’de ve Baykal’da tık yok..

 

Amerika Irak’ı ele geçirmek için neredeyse kapitülasyon boyutundaki istekleri için aba altından sopa gösteriyor, CHP’de ve Baykal’da tık yok.

 

Adam tıkırtı çıkarıp, Ecevit ve İsmail Cem’e yaptıklarının manevi şokundan çıkamamış Derviş’i ve Meclise girmenin zafer sarhoşluğu içerisindeki CHP Milletvekillerini uyandırmak istemiyor..